15 Ağustos 2016 Pazartesi

STOCKHOLM SENDROMU NEDİR?

STOCKHOLM SENDROMU NEDİR?

Madem blog'umuzun ismi Stocholm Sendromu o zaman Uzm. Dr. A. Fuat BEŞKARDEŞ'in bu psikolojik rahatsızlığı tüm detayları ile anlatana yazısını da kendi yol haritamız olarak kabul ediyor ve makale içeriklerimizin ana teması hakkında da kısa bir bilgi vermiş oluyoruz.

Rehinelerin, kendilerini esir alanların duygularını anlama noktasına gelmeleri ve kendisini rehin alan kişilerle geçirdikleri sürenin sonunda onlara yardımcı olmaya başlaması ve nihai olarak da onlarla özdeşim kurmalarına Stockholm Sendromu denmektedir. Bu sendromun anlamını genişleterek insanın kendisini zora sokan, üzen koşulları benimsemesi, savunması ve bu koşulları yaratan nedenleri görmemesi, ezenin yanında yer alması olarak da tanımlayabiliriz.


GELİŞİM MEKANİZMASI

Sürekli şiddet yaşamanın bir sonucu olarak kurbanlar saldırganla özdeşleşmeye ve bir hayatta kalma stratejisi olarak onun için hareket etmeye başlayabilir. Kurbanın iradesinin saldırgana bağlı olması gönüllü bir karar değil, şiddetin doğrudan sonucudur.  



GELİŞİM SÜRECİ (Travmatik bağlanma süreci Appelt,Kaselitz, Logar 2004) 

“Şiddet uygulayanın ilk hedefi kurbanı köleleştirmektir ve bu amaca kurbanın hayatının her alanında despotça bir denetim kurarak ulaşır.  Ancak salt boyun eğme onu nadiren tatmin eder; suçlarını haklı göstermenin psikolojik ihtiyacı içindedir ve bunun için kurbanın onayına ihtiyaç duyar. Bu yüzden durmaksızın kurbanından saygı minnet ve hatta sevgi göstermesini talep eder. Saldırganın nihai hedefi gönüllü bir kurban yaratmak gibi görünmektedir”. (Herman, 1992)
Bu sendromun ortaya çıkmasının temel nedeni, hayatta kalma içgüdüsüdür. Dış dünyadan tamamen soyutlanan kurban, ihtiyaçları için kendisine baskı yapan kişiye bağımlı olduğunu hisseder. Saldırganın yaptığı küçük iyilikler kurbanın gözünde büyür, zamanla kurban kendisini saldırganın yerine koyup olayları onun gözünden görmeye, yaptıklarına hak vermeye başlar. Kurban tarafından baskıcının şiddet eğiliminin tamamen göz ardı edilmesi sonucunda, içinde bulunulan tehlike de reddedilir. Kurban, tek olumlu ilişkisinin şiddet gösteren ile kendi arasında olan olduğunu düşündüğü için bu ilişkiyi de kaybetmek istemez ve dolayısıyla saldırgandan ayrılması gittikçe zorlaşır. 

Stockholm Sendromuna yani saldırganla özdeşleşmeye yatkınlık yaratan durumlar
1.Hayati tehlikelilik durumu 
2.Dış dünyadan soyutlanmışlık 
3.Bulunduğu ortamdan kaçamaz halde olma (ya da kaçamayacağına kanaat getirmişlik durumu )
4. Saldırganın ara sıra arkadaşça ve yakın davranması Graham ve Rawlings (1998) bu koşulların genellikle aile içi şiddet olaylarında ortaya çıktığını ve kurbanların saldırganla özdeşleşme gösterebileceklerini belirtirler. Bu durumlarda şiddete uğramış kadın, saldırganı kışkırtacak veya öfkelendirecek herhangi bir şey yapmaktan çok korkar. Onun takdirini kazanmaya çalışır ve onun tarafındaymış gibi davranır. Savaşta, savaş esirlerinde de karşı tarafa patolojik bağlanma söz konusu olur. Saldırganıyla özdeşim kurulan bu durumda rehin alan kişiye mağdur taraf çeşitli duygular besleyip, onunla özdeşim kurar ve kişide kişilik değişimi yaşanır.

STOCKHOLM SENDROMUNUN GÖRÜLDÜĞÜ BELLİ BAŞLI GRUPLAR

Rehin alma durumu ve benzer bir baskı yaratan kaçırılma durumlarında (rehine-esir alan) Tecavüze uğrama, ensest ya da cinsel tacize maruz kalan çocuklarda  (istismara uğrayan çocuk-istismar eden ebeveyn) Savaşta bulunma, savaş esirleri, toplama kamplarında yaşama durumlarında Hayat kadınlarında (pazarlanan) Aile içi şiddete maruz kalınması durumlarında  (dövülen eş-döven eş) Yoğun dini  (tarikat benzeri ) ve siyasi baskı uygulanması durumlarında (brainwashing durumlarında)  (takipçi-lider) Uzun süren hapishane deneyimlerinde (tutuklu-gardiyan) Ev hapsine maruz bırakılma durumlarında

TARİHÇESİ

İlk kez psikiyatr Bejerot tarafından tanımlanan sendrom, ismini 1973 yılında İsveç’in başkenti Stockholm de yaşanan bir olaydan almaktadır. Banka soyguncusu tarafından 6 gün boyunca rehin tutulan banka görevlisi bir kadın, soyguncuya duygusal olarak bağlanır. Serbest kaldığında soyguncuyu savunmakla kalmaz, nişanlısını terk ederek kendisini rehin alan banka soyguncusunun hapisten çıkmasını bekler, sonunda da onunla evlenir. 23 Ağustos 1973 günü Stockholm de bir bankayı soymak üzere basan soyguncular 4 banka görevlisini 6 gün (131 saat) rehin tuttu. Soyguncular banka personeline iyi davrandı, aralarında iyi ilişkiler oluştu; Rehineler polisin bankayı basacağını fark edip soyguncuları uyardılar; Daha sonra mahkemede soyguncular aleyhine ifade vermek istemediler, savunma ücreti için para topladılar. Olay, “soyguncular bankadan para çalamadılar ama bazı insanların kalbini çaldılar” biçiminde yorumlandı… 1974 yılında Patty Hearst isimli bir milyoner kadın bir terörist grup tarafından kaçırıldıktan 2 ay sonra onlarla birlikte bir banka soygunu yaparken yakalandı. Avukatları SS mazeretini kullandıysa da mahkeme kabul etmedi ve hapse mahkum etti. 2001 yılında İngiliz bayan gazeteci Yvonne Ridley, Afganistan’da Taliban tarafından kaçırıldı, ilk 11 gün onlarla kavga etti, yemek yemedi. İslam dinini incelemesi şartıyla serbest bırakıldıktan sonra İslam dinine ilgi duydu, 2003 yılında da Müslüman oldu.

STOCKHOLM SENDROMU GELİŞİMİNİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER

*Deneyimin (rehin, esir alınma vb gibi) süresi ve yoğunluğu 
*Rehinenin esir alana yakınlık ve bağımlılık derecesi 
*Rehin alınan kişinin kendi ortamından psikolojik olarak ne kadar uzaklaştığı 
*İçinde bulunulan durumun kendine özgü hassasiyeti SYMONDS (1980) SS Gelişim Riski Triadı 1.Hostil bir çevrede bulunma 
2.İzolasyon hali 
3.Çaresizlik hisleri Sonuç olarak bu kişilerde regresyon ve çocuklaşma eğilimi görülmekte ve bu duruma ''Travmatik İnfantilizm'' adı da verilmekte.. 'Travmatik İnfantilizm' durumu da kişinin hayatını tehlikeye sokan kişiye yakınlaşmasına ya da onun davranışlarını taklit etmesine yol açabilmekte. ''Frozen Fright'' (Donmuş Korku) : Symonds tarafından tanımlanmış olup, kurbanların ani tehlike karşısında paralize olma hallerini anlatmak için kullanılmaktadır, bir çeşit dissosiyatif reaksiyon olarak da değerlendirilebilir.

STOCKHOLM SENDROMU TRAVMATİK BAĞLANMA

Travmatik Bağlanma Nasıl Oluşur ve Güçlenir? Şiddet ve şiddet tehditleri. Şiddet içerikli ile iyi davranma arasında gidip gelerek değişen tutarsız davranışlar bağlanmayı arttırır. Eğer uygunsuz bir düşünceye sahip olurlarsa istismarcının bunu anlayıp daha şiddetli öç alacağı düşüncesi. Izolasyon bağlanmayı arttırır. Utanç ve stigmatizasyon korkuları ( özellikle tecavüz, ensest, seks işçiliğiyle ilgili)

TRAVMATİK BAĞLANMANIN BELİRTİLERİ

- PTSB semptomları - Ufak bir iyiliğe karşı bile çok yoğun minnet duyguları - Şiddeti ve şiddet tehdidini inkar - Rasyonalizasyon - İstimarcıya ve kendine olan öfkenin reddi - Kötüye kullanımı önlemeye yönelik güce sahip olduğuna yönelik bir inanç - Durumdan ve istismardan ötürü kendi kendini suçlama eğilimi - İstismarcının ihtiyaçlarına aşırı duyarlılık - İstismarcı şiddet davranışını azaltsın diye onu memnun etme çabaları - Dünyayı istismarcının perspektifinden değerlendirme, kendine ait bakış açısını kaybetme - Kendini de istismarcının bakış açısıyla değerlendirme - İstismarcıyı iyi biri olarak değerlendirme ya da onu da kurban olarak görme - Hayatta kaldığı için ve onu öldürmediği için istismarcıya minnet duyguları besleme

LİMA SENDROMU

Stockholm sendromunun tersi olarak adlandırılır. Stockholm sendromu ile aynı koşullarda meydana gelir ve rehin alan kişiler kurbanlarına bağlılık hissederler. 1996′da Peru’nun Lima kentinde gerçekleşen Japon elçiliği rehine krizinin ardından bu adı almıştır. Çeşitli ülkelerden diplomat, asker ve iş adamlarının bulunduğu partiyi basan 14 gerilla yüzlerce kişiyi rehin aldı. 4 ay süren krizde militanlar rehinelerin ihtiyaçlarını karşıladı, sevecen davrandı ve çoğunu salıverdi…

MEDYA ÖRNEKLERİ

- George Orwell 1984 isimli romanını 1949 yılında yazmıştı ve kitapta Winston karakterlerinin, kendisine işkence yapan kişiye aşık olduğunu anlatmaktaydı. - İlk çekimi 1933 yılında yapılmış olan King Kong filminde de, canavara kurban edilmek üzere olan sarışın kız King Kong tarafından kurtarılır, kız da onu sever… - Celladına aşık olan köle - A life less ordinary filminden karaler - They weren t bad people they let me eat, they let me sleep, they gave me my life, a hostage from flight 847 - Costa Gavras’ın Mad City filmi, - Güzel ve Çirkin (Beauty and the Beast) filmi - Terence Stamp’ın oynadığı The Collector, - Woody Allen’in Sleeper, - Sidney Lumet’nin Dog Day Afternoon, - Nick Cassavetes’in John Q filmi, - David Hackl’ın  Saw (Testere)  filmi - Samuel L.Jackson ve Kevin Spacey basrollü  “The Negotiator“ filmi - Stockholm Sendromunun örneklendiği öyküleri olan başka yapımlardır… Türk Sinemasındaki örnekleri için; - Gırgır ali, Cüneyt Arkın-Hülya Koçyiğit - Seni seviyorum, Yaşar Alptekin, Melike Zobu - Fırtına, Kadir İnanır, Harika Değirmenci - Deniz Yıldızı, Kenan Kalav, Gülben Ergen


STOCKHOLM SYNDROME

14 Ağustos 2016 Pazar

DAN BROWN "CEHENNEM" Mİ? MARINA FIORATO "BOTTICELLI'NİN SIRRI" MI?

DAN BROWN "CEHENNEM" Mİ? MARINA FIORATO "BOTTICELLI'NİN SIRRI" MI?

    “Da Vinci Şifresi ” ile uzun süre konuşulan ve tüm dünya da bestseller olan kitabın yazarı Dan Brown’un yeni kitabı “Cehennem” üzerine biraz konuşalım istiyorum. Müthiş bir pazarlama çalışması ile her kitabında olduğu gibi,Dan Brown’un bu son kitabının da pazarlama ayağı kusursuz çalıştı. "Cehennem" de çok satan olmayı başardı.
    
    Ancak burada ülkemiz okurlarını ilgilendiren farklı bir ayrıntı vardı. Kitabın finali İstanbul da geçiyordu. Kitabın ülkemizde uzun süre çok satanlar listesinde bir numara olmasının esas nedeni, içeriğinde bizden bir parçayı barındırıyor olmasıydı.
    Daha önce hiç Dan Brown kitabı okumamış olmama rağmen ben de bu kitabın pazarlama ve reklam stratejisini etkileyici bularak ve içeriğini merak etmemin de katkısıyla kitabı satın aldım. Doğrusunu söylemek gerekirse, kapak tasarımı ve kitabın sloganını çok beğendim. Ancak içeriği bende hayal kırıklığına neden oldu.
    Öncelikle Dan Brown’un mimari, sanat ve tarih bilgileri kusursuz. Venedik'i anlatırken size oradaymışsınız hissini müthiş veriyor. Sanat eserleri tarihine de çok hakim. Kitabın içeriğinde bir hareket var, bunu çok rahat seziyorsunuz ancak ortam anlatımları ile o kadar boğuluyor ki sanki durağan bir ortam da sanat tarihi ile ilgili akademik bir kaynak okuyormuşsunuz havasına kapılıyorsunuz. Geçmişin korkularının (salgın hastalıklar,veba,engizisyon,sürgünler) hala Avrupa önde gelenlerinde canlı olduğu ve sürekli olarak bu korkuları kendilerine referans alarak ileriye dönük çalışmalar yaptıklarını bu romanda da görmekteyiz.
    Kitabın ana kurgusu ise çok basit kalıyor. Transhümanizm denen bir akımı savunan bir bilim adamı, bir virüs geliştirir ve insan ırkının daha fazla üremesini engellemek istemektedir. Bu konu ile ilgili o kadar çok kitap yazıldı ve film çekildi ki artık bu konu kimseyi etkilemiyor. Detaya indiğinizde benzer bir akımın olduğunu öğreniyorsunuz. Hatta Malthus 1789 yılında yazdığı kitabın da baskıcı ve negatif etkenler ile önleyici tedbirler başlıkları altında benzer fikirleri savunmuş ve ciddi bir takipçi toplamıştır. Kitabın içeriğinde beni en çok etkileyen nokta, dünyanın daim olabilmesi ve insan ırkının belirli bir sayıda tutulabilmesi için üretilen virüsün bir salgın hastalık ile ölümlere yol açmak yerine, insan genlerine havadan bulaşarak kısırlık yaratacak olmasıydı. Bunun ciddi ve etkileyici bir düşünüş olduğu düşüncesindeyim.
    Kitapta beğendiğim bir diğer ayrıntı ise bilim ile dinin arasında ki çekişmenin tatlı bir eleştirel boyutta anlatılmasıdır. Örneğin bir bilim adamı ile Dünya Sağlık Örgütü Direktörünün konuşmasında ”Dünya Sağlık Örgütü olarak Afrika kıtasındaki insanlara ücretsiz prezervatif dağıttık.” diyen direktöre karşılık bilim adamının cevabı hem manidar hem de düşündürücüdür ”Ardınızdan giden Katolik misyonerler de prezervatif kullananlar cehenneme gider sloganı sayesinde Afrika kıtasında kullanılmamış prezervatif tarlaları meydana getirerek yeni bir kirlilik oluşturdunuz…” 
    Kitabın kurgusunun temelinde Dante Alighieri’nin “İlahi Komedyası” oturuyor. Olaylar bu temel etrafında oluşuyor. Yazarın Dante, İlahi Komedya ve Dante'nin yaşadığı dönem ile ilgili verdiği bilgiler doğrultusunda, uzun bir süredir edinip okumak istediğim İlahi Komedya üçlemesini edindim.14.yüzyılın başlarında,1555 yılında yazılan üçleme bir eserin ilk cildinin, böylesine bir esere ilham vermesi de gerçekten etkileyicidir. Dante’nin cehennemi ile Brown’un cehennemi arasındaki en büyük benzerlik ise her ikisinin de içeriğinde Katolik mezhebinin sert kavramlarına karşı duruşları barındırıyor olmasıdır.
    Dante yaşadığı dönem de çağdaşlarını etkilemiş bir sanatçıdır. Bu etkilenim öyle bir noktaya gelmiştir ki,”İlahi Komedya” dan etkilenen Boticelli “Cehennem Haritası / La Mappe Del Inferno ” yu resmederek bir nebze Dante’nin hayalini gerçeğe çevirmiştir. Romanın içeriğinde de Boticelli orjinalliği bozulmuş bir versiyonundan yola çıkarak bir çok düğüm çözülmeye çalışmaktadır.
    Dan Brown’un iki kitabı “Da Vinci Şifresi ” ve ” Melekler ve Şeytanlar” Holywood tarafından beyaz perdeye aktarılmıştı.Her iki filmi de büyük bir zevk ve heyecan ile izledim.Ancak kitaplarını okumadığım için şu an gayet memnunum.Dan Brown’un yazın stili okunduğundan okuyucuyu çok hareketlendirmese de ,film versiyonlarında aksiyon hiç bitmiyor ve film bir görsel şölene dönüşüyordu.Eminim ki “Cehennem” romanı da yakın zaman da beyaz perdeye aktarılır ve müthiş bir film izleriz.
    Son söz olarak çok bir beklenti içine girilmeden okunacak bir roman. Ayrıca türden hoşlananlar için bir de tavsiye de bulunacağım.Marina Fiorato’nun “Boticelli’nin Sırrı” kitabını da okumanızı tavsiye ederim.Bakın bakalım iki kitap arasındaki benzerlikleri bulabilecek misiniz?

 Saygılarımla.

ESER ÖZÇARKÇI
STOCKHOLM SYNDROME