polisiye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
polisiye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Ocak 2021 Pazar

GERÇEĞİN TA KENDİSİ "DES"

 GERÇEĞİN TA KENDİSİ "DES"

    Son önemlerde İngiliz yapımları beni şaşırtmaya devam ediyorlar. Gerçi İngiliz yapımlarında kullanılan muhteşem İngilizce sebebi ile bile izlemeye değer bulunabilir. 2020 yapımı olan DES şans eseri olarak karşıma çıkan nadir yapımlardan.

    Yapım 1978-1983 yılları arasında gerçekleşen gerçek bir olaydan yola çıkmaktadır. Dennis Andrew Nielsen, Londra da en az 12 genç erkek ve çocuğu öldürmek suçlaması ile tutuklanmıştır. Dizimiz üç bölümde bu gerçek olayı bize net bir şekilde yaşatmaktadır.


    Kanalizasyon idaresine yapılan bir çağrı sonucunda görevlilerin kanalizasyonda buldukları kemik benzeri maddeler sebebi ile polise haber vermeleri ile yakayı ele veren katilimiz, polise karşı hiçbir direnç göstermeden hatta yardımcı olarak suçunu hemen itiraf etmesi sonrasında polisleri dahi şaşırtmaktadır. Zaten asıl olay bundan sonra başlamaktadır. Kendisine DES denmesini talep eden katilimiz çalıştığı iş bulma kurumu aracılığıyla avlarına kolay bir şekilde ulaşabilmektedir. Sokaklarda yaşayan evsizler, uyuşturucu bağımlıları, barlarda tanıştığı genç erkekler DES'in radarına girmektedir. Kavramsal olarak eşcinsel olduğu ancak eşcinselliği yaşamadığı gerçek hayatında bilinen DES, dizide de bu duyguyu hem hareketlerinde hemde söylevlerinde sürekli olarak izleyiciye aktarmaktadır.

    Mr.Nielsen diğer adıyla DES neden cinayet işlediği konusunda fikri olamayan bir katildir. Bu soru kendisine sorulduğunda sürekli aynı cevabı vermektedir. Ancak avlarına merhamet duygusu ile yaklaştığını da itiraf etmekten kaçınmaz. Karşısındaki kişi kendisinden fiziksel olarak güçlü dahi olsa davet ettiği evinde ne yapıp edip avlarını etkisiz hale getirdikten sonra sorunlu aklının oyunlarını onlar üzerinde icra etmektedir.

    DES'in sorgu sürecinde anlıyoruz ki karşımızdaki bu seri katil akıl oyunları oynayan, zeki ve yetenekli biridir. Polis'in üzerinde oluşan medya ve politik baskılarında farkına vararak davayı resmen kendi istediği gibi evirip çevirmektedir.

    Mr. Nielsen'i biraz yakından incelediğimizde, soğukkanlı, yalansız, psikolojik alt yapısı bozuk, nazik bir eski polisle karşılaşıyoruz. Eşcinsel olmadığını ancak eşcinsel gibi göründüğünden eşcinselliği kabul ettiğini söyleyen bir sigara tiryakisi kendisi. Kendisine istediği bir şey olup olmadığı sorulduğunda sadece sigara istemesiyle de bunu seyirciye de yansıtabiliyor.



    DES seri cinayetlerinden sonra kurbanlarını birçok farklı yöntem kullanarak rollere sokuyor. Bir bakıma doğaçlama seviyor diyebiliriz. Boğarken öldürmeyi tercih ettikten sonra cesetlere kesinlikle temizlik işlemleri uyguluyor. DES tam bir nekrofili. Evin içinde farklı farklı durumlarda konumlandırdığı cesetlerle bir süre evcilik oynuyor. Kurbanlarının cesetlerinden sıkıldıktan sonra da onları önce parçalara ayırıyor, kimisini kaynatıyor kimisini de yakıyor. Kimisini gömüyor kimisini de kanalizasyona saçarak kurtulmaya çalışıyor. Bu son hamlesi onun yakalanmasını sağlarken, emniyet birimleri bunca zaman bunca kayıp insanın oluşuna ve nasıl olup da herhangi bir cinayet şüphesine uyanamadıklarının da tartışmasını sık sık yaşıyorlar.

    DES karakterini canlandıran David Tennant ise tam bir oyunculuk şovu sunuyor izleyiciye. Karakteri size resmen yaşatıyor. Katilin içinize işleyen soğukkanlılığını tam anlamı ile canlandırmasıyla benden tam not alıyor. David Tennant'ın gerçek katil Dennis Andrew Nielsen'e benzerliği de gözlerden kaçmıyor.

    Son olarak yapım dönem İngiltere'sine de ışık tutuyor. Sokaklarda yaşayanlar, ekonomik şartlar, gizlenen cinsel yönelimler, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı ve polisin vurdum duymaz yaklaşımlarını da gün yüzüne sermektedir. Ayrıca sisteme ve yönetimlere de ciddi göndermeleri olan bu diziyi kaçırmayın derim.


ESER ÖZÇARKÇI

STOCKHOLM SYNDROME

"DER PASS" PAGANLIĞA BİR GÖNDERME

 "DER PASS" PAGANLIĞA BİR GÖNDERME

    Alplerdeki Almanya – Avusturya sınırında, sınır taşının üzerinde bulunan bir ceset (aaa! çok tanıdık). İki ülke polis güçleri arasında geçen sorumluluk alanı görüşmeleri (hımmm! Bir yerden çıkaracağım). Almanya emniyeti tarafında sarışın kadın dedektif Ellie ile Avusturya emniyeti tarafında mafyaya bilgi sızdırmaktan soruşturma geçirmiş, aynı zamanda aynı mafya grubunun temizlik işlerini yaparken, uyuşturucu ve alkol batağına saplanarak meslekten bıkmış erkek dedektif Winter ( nerede görmüştük ki?). İkinci maktulün bir ülkenin vatandaşı olup diğer ülkede bulunması ile iki ülke arasında ortak bir çalışma grubu kurulması.

    Yapım boyunca muhteşem doğal görsel şölen izlemeye değer. Bu görsel şölene Hans Zimmer'in müzikleri de eklenince kendinizi bir anda kar yüklü Alplerin içindeki sık ormanlarda gezinirken bulabilirsiniz.

    Katili bir anda karşımızda görünce afallasam da bunun katilin hikayesini anlatma çabası ile yapıldığını fark ettim. Ancak ismi Pagan Zirvesi (Der Pass/ Pagan Peak) olan yapımın daha paganist ve törensel sahneler ya da olay örgüsü içerebileceği beklentim de ne yazık ki gerçekleşmedi. Ayrıca katilin savunduğu manifestosunun da yeteri kadar vurgulanmadığı ya da detaylandırılmadığını düşünmekteyim. Katilin öldürme manifestosundaki gerçekçi nedenler gayet başarılı bir şekilde sunulmuş.

    Diziye yönelik olarak, özellikle Avrupa medyasında yer bulan değerlendirmelerde, dizinin bir polisiye dramasından beklenen düzeyin altında bir gerilim diline sahip olduğu ve oldukça yavaş aktığı eleştirileri yapılıyor.

    Gelelim Avusturyalı dedektifimiz Winter (Nicholas Ofczarek) karakterine. Yapımın ilk bölümündeki umursamaz ve vurdumduymaz tavırları ile dikkatimi üzerine çekmeyi başardı. Olayların gelişimiyle davayı çözmeye olan inancı ve katilin peşini bırakmayarak yakalaması da mesleğinde aslında ne kadar başarılı bir dedektif olduğunu gözler önüne sermektedir. Maalesef aynı şeyleri silik dedektif Ellie için söyleyemeceğim.

    Dedektif Winter'ın yapımın son bölümünde bile bile kendi sonuna gidiyor oluşu ve bu durumu kabullenişi sırasındaki mutluluğu da hüzünlü bir son izlememize neden olmaktadır.

    Bana kalırsa bir Bron/Broen uyarlaması olan dizi polisiye sevenlerin her şeye rağmen izlemesi gereken bir yapımdır.


Eser Özçarkçı

STOCKHOLM SYNDROME