24 Mayıs 2017 Çarşamba

NE OLDUM...

 NE OLDUM

Zirvesiz bir dağdım. Parçalandım, kaya oldum. Taş oldum. Bin bir rüzgarın etkisi ile tuz buz oldum, kum oldum. Bir fırtınanın içinde mahpus oldum. Gök diyarlarda gezgin oldum. Uçsuz bucaksız dipsiz bir denizde tek bir kum tanesi oldum. İndikçe derinlere sürekli kararan bir maden oldum.

Aç karnını doyurmak için uğraş veren bir balığın midesinde misafir oldum. Ben durdum o gitti. O gitti ben durdum. Gökyüzüne, bulutlara ve güneşe hasret oldum. Her bir balık birbirini yedikçe daha bir çıkmaz oldum. İç içe geçmiş dünyalarında huysuz oldum.

Tam yok oldum derken sımsıcak bir sabaha şahit oldum. İçinde gezindiğim dev balığın intiharına sahne oldum. Ben onun karaya vurması ile ölümüne tanık olurken, o son nefesinde benim varlığıma sebep oldu.

Zaman oldum. Zamanın zamanını sayar oldum. Derin düşüncelerde gark oldum. Garb oldum. Sonsuzluğa uzanan bir sahilde kum oldum, taş oldum. Tekrar denizlere dönmemek için dua oldum. Suların çekilmesini sayar oldum. Toprağa kök oldum. Küçücük bir tohuma can oldum. Kan oldum. Varlığımı toprağa sunan oldum.

Büyüdüm, kocaman oldum. Serpildim, yemyeşil oldum. Dallarımı uzattım doğan her sabaha ve gelen her geceye. Yaprak oldum. Baharda yeşeren, Güz de sararan. Kış geldi, kel oldum. Titredim. Küçüldüm. İlk gelen baharla daha da büyüdüm. Kök oldum, uzadım gittim. Sarıldım toprağa öz oldum. Yuva oldum bin bir canlıya. Yem oldum. Yemek oldum. Heybetimin altında sırtını güvenle bana dayayan Zerdüşt'e yol oldum, yordam oldum. Onu uykusunda kollar oldum. Gölge oldum. Huzur oldum. Yapraklarımla ona ninni oldum.

Her bir dalımda can buldu çiçekler. Mis gibi kokar oldum. Nefes oldum. Ferah oldum. Karanlıkta dahi güven oldum. Elinde baltayla gelene, dallarımı feda eden oldum. Cefa oldum sefa olamadım. Hayal oldum resmedilen. Resimlere konu oldum. Sevgililere şifa oldum. Dertlilere deva olamadım.

Koca bir dağdım, tek bir kum oldum. Balığın karnında kumsal oldum. Toprak oldum, ağaca tohum oldum. Ağaç oldum. Bulutlara ulaşamadan odun oldum. Ateş oldum, ateşe can verir oldum.

Zaman ve mekandan soyut oldum. Ruh oldum. Bir var oldum, bir yok oldum. İşin özü neydim ne oldum…

ESER ÖZÇARKÇI
STOCKHOLM SYNDROME 

3 Mayıs 2017 Çarşamba

EVRİLEN YALNIZ İNSANIN ANALİZİ

EVRİLEN YALNIZ İNSANIN ANALİZİ  (İnceleme / Analiz)

                Çocukluktan çıkıpta gençliğe adım attığım zamandan beri oynadığım bir oyundur, insanı izlemek. Bir gözcü misali hayatları gözlemek. Doğru tanım bu olmalıydı. Ben bir gözcüydüm.

                Bazen bir parkın bankına kurulup bazen de işlek bir çarşıya bakan merdivenlere ilişerek. Yolda yürürken karşımdan gelenleri izleme çabasıyla yolumdan sapmaktı kimi zaman. Otobüste, vapurda, metroda ve hatta tramvayda, kulağımda düşünmeye ve analiz etmeye teşvik eden notalarım eşliğinde izledim durdum insanı.

                Duygudan duyguya sıçramak olarak tarif edebileceğim deneyimlerdi bunlar. Doğamın gereğiydi izlemek. Arabayı kullanmayı bile izleyerek öğrenmiştim. İlk defa direksiyonun başına oturuşumda yanımdaki onca yıllık şoför dahi anlamadı ilk sürüşüm olduğunu. Bu dünyadan olmadığını düşündüğüm bir eylem. Vazgeçilmez bir alışkanlık.

                Sıklıkla birçok hayata tanıklık ettiğimi düşünürüm. Anlık hissiyatlar bütünüdürler. Görüş alanınıza girmeleri ile çıkmalarına kadar ki sürede oluşan etkileşimler. İzlerken duyarsınız da çoğu kez. İnsanın önceliklerini, dertlerini, sorunlarını, mutluluklarını, huzursuzluklarını, amaç ve amaçsızlıklarını, doğru ve yanlışlarını, keşkelerini.. Gözlem ile duyumu entegre ederek yapmışımdır analizlerimi. Bireyin ve toplumun.


                Geriye doğru baktığımda onlarca akıma da tanıklık ve gözcülük ettim. Teknoloji resmen alıp başını gitmiş. Walkman ile başlamış seyyar müzik keyfi. Sonrasında CD çalarlar çıkmış. MP3 çalar, iPod derken telefonların geniş belleklerinden ya da cebimize giren dünya olan internetten dinlenir olmuş müzik. Teknoloji gelişirken dinlenen müzikler bir o kadar gerilemiş. Kalitesizleşmiş. Duygu barındırmaz olmuş, şimdiki insan misali.

                Moda akımları tam bir akıl karışıklığı yaratmış. Önceleri aşırı bol giyinmeyi teşvik edenler şimdilerde adım atamayacak darlıkta giyinmeyi özendirir olmuşlar. Siyasi ve politik bakış açıları ve bunlarda yaşanan değişimler, iş yaşamı, sosyal hayat, yaşam ve insan kalitesi tanınmayacak halde değişimler göstermiş. Kimi yukarı ivme yapsa da birçoğu dibe pike yapar olmuş. İnsan kalite endeksi, hedefsizlik ve amaçsızlık yüzünden dibe batmış. Şan, şöhret, nam, para, güç olunca insanın yolu insanlığından eser kalmaz olmuş. Din oyuncak olmuş. Siyaset ve politika şarlatan dolmuş.

                Geçmişte bir sinema filmini, tiyatro oyununu, yeni çıkan kitabı ya da makaleleri tartışanlar gitmiş yerlerine diziler için ağlayanlar, evlilik programlarına bel bağlayanlar, ne idüğü belirsiz yarışma programlarındaki yapay kahramanlar için kavga edenler, çıkar, güç ve para uğruna her şeyi yapabilecekler gelmiş. Sinemaya gidenlerin yerlerini filmleri “download” edip, ellerindeki küçücük ekranlardan izlemeye çalışanlar almış. Tiyatro salonları dolmadığından kapanırken, her yer bar olmuş, millet kendini alkole adamış. Arkadaş sohbetleri yerini sanal ortamlarda yüz kırk karaktere bırakmış. Yaşanmadan yaşanmış gibi çekilen fotoğraflar paylaşım platformlarını doldurur olmuş. Ve insanın yüzünde yapay ve sahte koca gülücükler oturmuş.


                Sözüm ona cebimize dünyayı getiren internete öylesine gömülmüşüz ki yalnızlığımızda kaybolduğumuzun farkında değiliz. Sanalı gerçek sanarak, kendimizi kalabalıklar içinde yaşar zanneder olmuşuz. Halbuki kafasını o küçük ekrandan kaldırsa insan, etrafına bir baksa, robotlaşan hayatından ne kadar memnun olup olmadığını görebileceğiz. İnsan gerçekle yüzleşmeye hazır değil. Yüzleşme günü geldiğinde umalım ki her şey için çok geç olmasın. Sağlıcakla, gerçekle kalın. Sanal olan ile değil…  




ESER ÖZÇARKÇI
STOCKHOLM SYNDROME