24 Mayıs 2020 Pazar

"HEAVY TRIP" METAL MÜZİĞİN PEŞİNDE

"HEAVY TRIP" METAL MÜZİĞİN PEŞİNDE


İçinde bulunduğumuz Covid-19 karantina günlerinde izlemek istediğimiz film ve dizilerin araştırmalarını yaparak evde olduğumuz günleri en iyi şekilde değerlendirmeyi planladık. Araştırma evrelerimizden biri de rock ve metal müzik temalı film ve belgesellerdi. Mötley Crüe efsanesini anlatan " The Dirt", Norveç Black Metalinin yaratıcısı Mayhem ve grubun kurucusu Euronymous ile dönemin olaylarını anlatan "Lord Of Chaos", Metallica'nın "Metallica Through the Never" belgeseli, dram öğeleri içeren "Metalhead/Metalci" ve döneme ait verdiği mesajları komedi öğeleri ile harmanlayan "Heavy Trip" listemize dahil oluyordu.

İzlerken geçmişimizden bolca öğeyi görmek anıların canlanmasına neden oldu. Kah güldük kah hüzünlendik kah da düşündük..

Dört yakın arkadaşın, evlerinin bodrumunda Metal Müzik grubu kurarak çalışmaları ve hayallerinin peşinden gitmek istemelerini konu almaktadır. Turo, grubun vokallerini üstlenmiştir ve death metal akımını temsil etmektedir. Elektro gitarda trash metal akımını temsilen Lotvonen, bas gitarda black metal akımını temsilen Pasi (muhteşem bir metal müzik hafizasına sahiptir) ve davulda heavy metal akımını temsilen Jynkky..

İsmi dahi olmayan (daha sonra Impaled Rectum isminde karar verilir.) grup elemanları ayrıca kendi hayatlarının akışını da sağlamakla yükümlüdürler. Huzurevin de, hayvan çiftliğinde ve bir müzik dükkanında çalışmaktadırlar. Grubun lideri vokalist Turo'nun açılamadığı bir aşkı varken aynı zaman da başarısızlık korkusu da yaşamaktadır. Bu korku üzerinde öylesi baskı oluşturmaktadır ki başlarına büyük sıkıntılar açmaktadır. Aynı zaman da da toplumun saçının uzunluğu, metalci oluşundan kaynaklı farklılıklarına karşı verdikleri tepkilere bir türlü karşılık verememesi de üzerindeki baskıyı arttırmaktadır. Kendilerine değersiz, eşcinsel, satanist, terörist yaftası dahi yapıştırılmasına ve davulcu Jynkky'nın bu yolda ölmesiyle dahi hedeflerinden vazgeçmemeleri filmin serüvenini daha da muhteşem bir hale getirmektedir.


Norveç'te gerçekleşecek bir festivale katılmak için çıktıkları yolda da başlarına gelmeyen kalmamaktadır. Komedi öğeleri bu süreçte yüzümüzü güldürse de arka plandaki dram iklimini ruhunuzda hissedebilirsiniz. Her türlü olumsuzluğu aşıp festival sahnesine çıkıp kendi parçalarını izleyici ile buluşturduklarında film zirveye ulaşmaktadır.

Heavy Trip, bizim açımızdan çok eğlenceli bir filmdi. Metal müzik dinleyicisinin çok ince espriler yakalayacağı sahnelerin olduğunu da belirtmek isterim. Merkezine metal müziği almasından kaynaklı sadece metal müzik dinleyicisine hitap eden bu filmi izlemenizi şiddetle tavsiye ederim.


Eser Özçarkçı

Stockholm Syndrome


26 Nisan 2020 Pazar

Munchausen by Proxy Sendromu Needir?

Munchausen by Proxy Sendromu Nedir?


    Çocuk istismarı tüm toplumlarda yaygın görülen bir olaydır. Amerika'da yapılan istatistiklere göre her yıl 3 milyondan fazla çocuk istismar edilmektedir. Yani her 1000 çocuğun 25'i çeşitli istismar tiplerine maruz kalmaktadır. 
     Dünya Sağlık Örgütü'nün 1985 de yaptığı tanıma göre çocuk istismarı; çocuğun sağlığını, fizik ve psikososyal gelişimini olumsuz yönde etkileyen; bir yetişkin, toplumu ya da ülkesi tarafından bilerek ya da bilmeyerek yapılan davranışlardır. 
     Çocuk istismarını fiziksel, cinsel ve duygusal istismar olarak 3 grupta incelemek olanaklıdır. Fiziksel istismar en geniş anlamda "çocuğun kaza dışı yaralanması"dır. Cinsel istismar ise çocuğun kendisinden en az altı yaş büyük bir kişi tarafından cinsel haz amacıyla zorla ya da ikna edilerek cinsel etkileşime maruz kalmasıdır. Duygusal istismar çocuğun iç görüsünü ya da psikolojik bütünlüğünü bozan her tür kronik eylem ya da eylemsizliktir.
     Çocuk istismarı ile ilgili ilk önemli çalışma 1946'da John Caffey tarafından yayımlanmıştır. 1962'de Dr. Henry Kempe tarafından 447 dövülmüş çocuk incelenmiş, bundan sonra ABD başta olmak üzere tüm dünya ülkelerinde konuyla ilgili yoğun araştırmalar yapılmıştır.
     Munchausen sendromu ilk kez 1951'de hastane hastane dolaşıp hastalık öyküleri uyduran ve kendilerine gereksiz yere cerrahi girişimler uygulanmasına razı bir grup hastayı belirtmek için kullanılmıştır. Sendroma ismi verilen Baron Karl von Munchausen 18. yy.’da  yaşamış, savaştan döndükten sonra kendi uydurduğu eklentilerle daha da ilginç hale getirdiği maceralarını anlatan eski bir süvari subayıdır. 

    Asher ve arkadaşlarının "Munchausen Sendromu" olarak tanımladığı durumda hasta, doktorun muayenehanesine ya da acil servise sıklıkla klinik manifestasyonlarla (belirtilerle)  desteklenen uydurma bir öykü ile gelmektedir. Hasta sonuç alamadan hastaneden ayrılmakta ve aynı tabloyu yineleyerek tekrar tekrar hastaneye başvurmaktadır. Bu hastalar en zeki gözlemcileri bile aldatabilecek ruh hastalarıdır. Nazofarinksini keskin bir aletle yaralayıp kanı yutabilir ve hematemez gibi kusabilir. Anal ya da vajinal mukozalarını ustaca delebilir, gereksiz yere kalp ilacı alarak kalp atımında düzensizliğe neden olabilir ya da büyük miktarda havuç yiyerek karotenemi gibi görünebilir. 
     Munchausen by proxy sendromu (MBPS) ise özel bir çocuk istismarı formudur. Munchausen's by proxy sendromu, ilk kez 1977'de Meadow tarafından tanımlanmıştır. Aile ya da koruyucu, çocukta bir hastalık varmış gibi yapmakta ya da hastalık yaratmakta ve "hasta" çocuğu doktora götürmektedir. Sonuçta, tıbbi öykü, laboratuvar testleri ya da hastalığın gerçek nedeni değişmekte ya da tıbbi tedavi nedeniyle yaralar oluşmaktadır. Bazı olgularda ise anne doğrudan zararlı eyleme neden olabilmektedir (zehirleme, ilaç verme gibi). Yapılan bir araştırmada en çok kullanılan ilaçların antikonvülsanlar ve opiadlar (morfin türevleri) olduğu saptanmıştır. Yayımlanan olgularda bazı ailelerin eşek arısı ya da bal arısı gibi böceklerle çocuklarını sokturdukları bildirilmiştir. 
     Bu sendrom, "tıbba meydan okuma" olarak da değerlendirilebilir. Bildirilen kurbanların yaşları birkaç hafta ile 11 yaş arasında değişmektedir. Bir çalışmada ortalama tanı yaşının 3,25 olduğu, olası ölüm oranının %9-10 arasında değiştiği bildirilmiştir. 
     İmmün yetmezlik tanısı olan ve olmayan çocuklardaki polimikrobiyal (birden fazla mikrop tarafından oluşturulan) enfeksiyonlar bozukluğun sık ve güçlük çıkaran biçimidir. Bu çocuklar uzun süre hastanede kalmakta; yineleyen, ızdırap veren ve masraflı tanıya yönelik girişimlere maruz kalmaktadırlar. Bir çocuğun 200'den fazla kez hastaneye yattığı bildirilmiştir. Evdeki istismardan kaçmak için kendi kataterlerini enfekte eden çocuklar  saptanmıştır.
     Fail olguların çok büyük kısmında annedir. Anne sıklıkla zeki ya da sağlıkla ilgili bilgisi bulunan, sevimli, işbirlikçi, iyi tıbbi bakımdan dolayı minnettar ve hastane çevresini süsleyen biri olarak tanımlanır. Altta yatan fizyopatolojik yapıyı anlamak güçtür. Narsistik frajilite (kendini beğenen, kırılgan) ve borderline (sınırda) kişilik çok sıktır, ama bu kişilerde pasif-bağımlı histerik kişilik ya da sadomazoist davranışlar ve depresyon da bulunabilir.
     Doktorlar ölümcül olabilen bu senaryoya gereksiz invaziv (girişimsel) muayeneleri ve incelemeleri yaparak ya da tehlikeli ilaçları reçete ederek, istemeden katılmaktadır. Bu olgularda iyi bir öykü, dikkatli bir fizik inceleme, iyi seçilmiş laboratuvar ve radyolojik görüntüleme yöntemleri kullanılmalıdır. 
     Böylece istismar edilen çocuklarda çocukluk ve erişkinlik dönemlerinde güvensizlik, tıbbi tedaviden kaçınma ve posttravmatik stres belirtileri gibi duygusal ve fiziksel sorunlar geliştiği bildirilmiştir. Pek çoğunun kardeşi de fiziksel ve tıbbi olarak istismar edilmektedir.
     Mra ve arkadaşları tarafından bildirilen bir olguda, yineleyen bakteriyal menenjiti olan çocuk hastada orta kulağa serebrospinal sıvı (boyun-omurilik sıvısı) sızıntısı saptanarak gerekli cerrahi girişim planlanmış ancak anlaşılmaz biçimde biyokimyasal olarak serebrospinal sıvı olduğu belirlenen akıntı haftalarca sürmüştür. Anne, intravenöz (damar içi) kataterle sargıları karıştırırken bulunduktan sonra lumbar (beldeki) drenden sağladığı serebrospinal sıvı ile sargıları ıslattığını itiraf etmiştir.
 Bir başka ilginç olgu da Meadow tarafından bildirilmiştir. Yineleyen, geçici kötü kokulu idrar yapma yakınmasıyla gelen 6 yaşındaki kız çocuğu, sorunu aydınlatılana dek 12 kez hastaneye yatmış, 7 büyük radyolojik girişim yapılmış (İVP, sistogram, baryumlu incelemeler, vajinogram, üretrogram gibi), anestezi altında 6 kez muayene yapılmış, 5 kez sistoskopiye,  8 kez antibiyotikle tedaviye, kateterizasyona, çeşitli toksik ilaçlara ve 16 kez konsültasyona maruz kalmış, 150 kez mikrobiyolojik kültür yapılmış, sonuçta annenin çocuğun idrarına kendi menstruasyonu sırasındaki idrarını karıştırdığı saptanmıştır.
     Sutphen'in bildirdiği iki MBPS olgusu tedavi edilemeyen kusma ve ishal yakınmalarıyla başvurmuş, hastalardan birinde iskelet ve kardiyak myopatinin klinik ve laboratuvar kanıtları saptanmıştır. Proksimal (gövdeye yakın) kaslarda güçsüzlükle seyreden myopatinin "emetin" adlı maddenin doğrudan toksik etkisine bağlı olduğu anlaşılmış, her iki hastanın da uzun süre ipeka şurubu aldığı belirlenmiştir. Ancak bu çocuklar da pahalı ve invaziv (girişimli) tanısal girişimlere maruz kalmışlardır. Literatürde ipeka kullanılan hatta emetinin neden olduğu kardiomyopati sonucu ölüm gerçekleşen pek çok istismar olgusu bulunmaktadır.
     MBPS'da bir başka biçim de etkilenen çocuğun işbirliği ile birlikte ailenin belirtileri abartmasıdır. Otoritelere göre, göründüğü kadar hasta olmayan çocuklarla istismar kurbanı çocuklar arasında potansiyel morbidite (sekel kalma oranı) ve mortalite (ölüm oranı) açısından anlamlı farklılık bulunmaktadır.

Kaynakça:

8 Nisan 2020 Çarşamba

ALBERT PIKE'IN KEHANET MEKTUBU

ALBERT PIKE'IN KEHANET MEKTUBU   


 İçinde bulunduğumuz zamanı ve geleceği yorumlayabilmek için geçmişe ait bilgilere ihtiyaç 
duymaktayız. Ancak bazı isimlerin bıraktığı bilgileri gözden geçirdiğimizde şaşırmadan edemiyoruz. Bu noktada Albert Pike'ın 1871 yılında mason üstadı olan Giuseppe Mazzini'ye yazdığı bir mektup var ki (şayet %100 gerçek ise) akıl tutulmasına sebep olmaktadır. Albert Pike'ın hayatı ve hayat görüşüne biraz göz atalım. 

 Pike, Boston, Massachusetts'te Benjamin Pike ve Sarah Andrews Pike çiftinin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. 1825 yılında sınavlarını başarıyla geçtiği Harvard Üniversitesi'ne kabul edilmiştir. O dönemde gazetelerde makale yazan Pike gazetedeki işinden kazandığı ilk parayla Mary Ann Hamilton ile evlenmiştir. Bu evlilikten on bir çocukları olmuştur. Daha sonra 1837'da hukuk okumaya başlayan Pike bir yandan da o dönemde çocukluğundan gelme şiir alışkanlığını devam ettirmektedir. İnanç olarak Anglikan'dır. Pike'ın bir Ku Klux Klan üyesi olduğu iddia edilmiş, fakat bu iddia kanıtlanamamıştır. Özofagus darlığı (boğazdan mideye giden tüp olan yemek borusunun daralmasıdır) nedeniyle zor günler geçiren Pike, 82 yaşında ölmüştür. Washington'da 'Oak Hill' mezarlığı'na gömülmüştür. 

Askeri hayatı da bir o kadar ilginç olan Pike, Meksika-Amerika Savaşının başlamasıyla süvari birliklerine katılmıştır. Tuğgeneral olan John Selden Roane ile büyük görüş farklılıkları bulunan Pike onu bir düelloya davet etmiştir. Düello sonucunda herhangi bir kazanan olmamıştır. 22 Kasım 1861 tarihinde, Amerikan iç savaşında güneyli ordu da Tuğgeneral olarak görevlendirilen Pike, asilik ve vatana ihanetinden dolayı suçlanarak tutuklanması istenince Arkansas'ta saklanıp, istifasını göndermiştir. Ancak istifası daha sonra kabul edilmiştir. 

Albert Pike, 1850 yılında Mason olarak "Independent Order of Odd Fellows'a" katılmıştır. İyi tanınmış mason yazarlar tarafından masonluğun "Eflatunu" olarak isimlendirilmiştir. Albert Pike, 1859 yılında büyük üstad olmuştur. Halen ABD'nin en etkili ve bilinen Masonu olarak kabul edilir. Dikkat çeken noktalardan biri de savaştan sonra tutuklanarak ve hapse atılmasıdır. Hapisten kurtulması ise bir freemason olan başkan Andrew Johnson’un affıyla mümkün olmuştur. Affedilmesinin ertesi günü de Beyaz Saray da birlikte oldukları söylenmektedir. Bu aftan sonra başkan, İskoç Riti tarafından 4. dereceden 32. dereceye terfi ettirilmiştir. (ciddi bir sıçrama) 

 33. derece mason olarak, eski ve kabul edilmiş İskoç Ritinin kurucusu ve babası, tüm satanist ve luciferian grupların büyük ustası (lucifer ile bir bilezik vasıtasıyla sürekli iletişim halinde olduğu yönünde bir söylenti de mevcuttur), İlluminati’nin de tepe adamlarından biri olduğu, Yeni Dünya Düzeninin fikir babası ve planlayıcısı olarak da nitelendirilmektedir. 

 Albert Pike, kendi ruhsal rehberi olan Lucifer’den aldığı bir mesajı (demonik görüntüler olduğu belirtiliyor) dönemin İlluminati başkanı Giuseppe Mazzini'ye 1871’de yazdığı bir mektupta anlatmıştır. İlginçtir ki bu mektup "tek dünya düzenini" gerçekleştirmek için yapılması gereken üç dünya savaşını anlatmaktadır. John Daniel, "Two Faces of Freemasonry, Day Publishing" isimli kitabında şöyle diyordu Albert pike ve fikirleri için; 'Albert Pike, “Lucifer Doktrinini” bir çok mason biraderine öğretti. En heyecanlı öğrencileri Lucifer Doktrini en ileri seviyede uygulayan Bismarck ve Mazzini’ydi. Bu üçlü birlikte masonluğu kullanarak iki dünya savaşı çıkardılar ve bunun ardından dünyanın "Lucifer’e Tanrı olarak tapınmaya hazır olmasını” sağlayacaklardı. 

 Fransız yazar Jean Lombard 1984'de yayınladığı "Modern Çağın Karanlık Yüzü" adlı çalışmasının 1.cildinde Hollanda'daki Rob Scholte Müzesinde sergilenen ve British Museum'dan ise ancak özel izinlerle görülebildiğini belirttiği bu mektubu çevirip, mektubun nüshasını kitabının 553. ve 554.sayfalarında yayınlamıştır. Mektubu ilk ortaya çıkaran kişi ise William Guy Carr adında Kanada Kraliyet Donanmasından emekli olan eski bir istihbarat subayıdır. Ölümünden kısa bir süre önce "Pawns in the Game Lecture" adlı 100 dakikalık ses kaydı hazırlamıştır. William Guy Carr bu mektubu "Quoted in Satan: Prince of This World" adlı kitabında da yayınlamıştır.

 İŞTE O MEKTUP 

 "Aydınlanmacı düşüncenin amacına ulaşması için öncelikle bir dünya savaşı çıkarmalıyız. Bu sebeple Rusya'da Çar'ı (Çarlığı) zayıflatıp, ateizmi ve komünizmi hakim kılmalıyız. Casuslar vasıtasıyla Britanya İmparatorluğu (İngiltere) ve Alman İmparatorluğu (Almanya) arasında gerginliği körükleyerek savaşa zemin hazırlamalıyız ve 1.Dünya Savaşı sonrası komünist düzeni iyice inşa etmeliyiz ki tüm hükumetleri yıkabilelim ve tüm dini düzenleri zayıflatabilelim." 

 Yukarıdaki satırlarda anlatılmak istenenler gayet açıktır. Belirlenen bir plana yürüme de yapılması gerekenler yazılmıştır. Güçlü uluslar belirlenmiş ve gücü kendi ellerine alabilmek için derin ve uzun bir plan işleve alınmış gözükmektedir. Dünya derin güçlerinin yollarına devam edebilmeleri için inandıkları ilk şart, ulus devletler ve dinleri zedelemeleri ve ortadan kaldırmalarıdır. Bu satırlarda bunu net bir şekilde okumaktayız. 

 "Ardından İkinci Dünya Savaşını çıkarmalıyız ve bunu gerçekleştirmemiz için faşistler ve siyonistler arasında savaşla sonuçlanacak bir gerginlik oluşturmalıyız. İsimleri "Nazi" olacak olan faşistleri, savaş sonunda yok etmeli ve savaş sonrası Filistin'de Yahudilerin ana unsur olacağı İsrail Devletini kurmalıyız. İkinci Dünya Savaşı sürecinde Uluslararası Komünizm mutlaka Hristiyanlığı dengeleyecek bir güce ulaştırılmalı. Toplumlara ölçülü bir şekilde son çöküşü yaşatacağımız zamana kadar bu denge bizim için gereklidir."

 Bu satırlarda kafa karıştıran nokta "Naziler","Filistin" ve "İsrail" dir. 1871 yılında bu üç oluşum olmadığından Pike bunları nereden bilmekteydi? Komünizmin dinlere bakışını kullanarak Hristiyanlığın karşısına çıkararak denge politikası maskesi altında önce Hristiyanlığın gücünü ve egemenliğini kırmak ardından da Komünist devletleri öcü olarak göstererek kendi küresel yapılarının gücünü kullanarak güç kaybedip yıkılmalarını sağlamak gayesi bulunmaktadır. Aynı yolun Naziler içinde kullanılacağı belirtilmiş ve reel tarihte de bu şekilde gerçekleştirilmiştir. (Naziler küresel güçler tarafından desteklenmiş, finanse edilmiş ve sırtları sıvazlanmıştır. Ardından da aynı küresel güçlerin hışmına uğrayarak tarih sahnesinden silinmişlerdir.) Albert Pike geleceği mi görmüştür? Yoksa geleceği dizayn etmeye mi soyunmuştur?

 "Üçüncü Dünya Savaşını çıkarmamız için İslam aleminin liderleri ve siyonistler arasında ajanlarımız vasıtasıyla, ayrı düştükleri konular üzerinden gerginlik çıkarmalıyız ve bu savaş, Müslüman Arap Dünyası ve İsrail Devletinin birbirlerini yok edecekleri şekilde dizayn edilmeli. Bu hengame içinde diğer milletleri bu konuda, fiziksel, ahlaki, ruhsal ve ekonomik olarak çökmeleri için mücadeleye zorlamalıyız. " 

 Bahsi geçen Müslüman – Yahudi çarpışmasını tarih sahnesinde sürekli görmekteyiz. Son noktaya kadar da göreceğimiz ortada. Bu gerginlik sayesinde Müslüman ülkeler sürekli gerginlik ve savaş halinde tutularak, istikrarlı istikrarsızlık projesi devam ettirilmektedir. Bu sistem sayesinde de gerçekleştirmek istedikleri amaçlarını, kamuoyunun gözünden saklayarak hayata geçirmektedirler. Maalesef ki taraflar uyanamadığı, içlerinde gözü dönmüş elitlerin ajanlarını aldıkları sürece de bu düzen sürecek gibidir. 

 "Nihilistlerin ve Ateistlerin önlerini açmalıyız ve müthiş bir sosyal çöküş provoke etmeliyiz ki böylece bu kanlı kargaşa ve vahşetin doğurduğu korku içinde mutlak ateizm etkisi ortaya çıksın. İnsanlar her yerde vahşi devrimci azınlığa karşı kendilerini savunmak zorunda kalacak. Daha sonra İnsanlık Medeniyeti, bu vahşi yok edicileri imha edecek. Birçok kişi Hristiyanlık'ta hayal kırıklığı yaşayacak. Kimileri hayatta herhangi bir pusulası veya istikameti olmaksızın Deizmi seçecek. Ama bir düşünceden ötürü endişe duyacaklar. Bu endişelerinin sebebi, nereye itaat edecekleri, neye yönelecekleri konusu. Sonunda evrensel bildiriler yoluyla Lucifer'ın Saf Doktrininin!! ışığını almaya başlayacaklar. Bu doktrin, sonunda tüm insanlık içinde Genel Dünya Görüşü haline gelecek ve ona teslimiyet içinde olacaklar. Hristiyanlık ve ateizmin fethedilmesi ve aynı zamanda yok edilmesinden sonra ortaya çıkacak olan bu evrensel dünya görüşüne karşı Muhafazakar hareketler ortaya çıkacaktır." 
Albert Pike 15 Ağustos 1871, Washington DC 

 Yukarıdaki satırlardan net bir Hristiyan karşıtlığı okumaktayım. Taktik hep aynı, örneğin; Ateizm yükselt, bir süre kaosun tadını çıkar ve sonra yükselttiğin değeri/ülkeyi/yönetim şeklini yok et. Son aşamanın sonunda kendi düzenlerini getirmekten bahsetmektedir. Kaosun ve boşluğun insanları kendi görüşlerine çekerek istenilen sistemin gerçekleşeceği fikrine kapılmaktayız. 

 Peki, Albert Pike denen bu adamın yazdıkları gerçekten 1871 de mi yazıldı? Kendi yazdığı ve masonların başucu kitaplarından biri olan "Morals and Dogma" da bu satırların benzerlerinin ve detaylarının (ilk basımı mevcuttur) yer aldığı söylenmektedir. Şu an ki teknoloji ile bir kitabın günümüzde hazırlanıp, 1871 de yazıldığı algısını vermekte oldukça kolay gibidir.! 

 Son olarak geçmişten günümüze her düşünüş, akım, örgüt, kurum, kuruluş, devletler, hükumetler ve aklınıza kim geliyorsa planlar üretmiş ve bu planları kendi çıkarları doğrultusunda hayata geçirmek için çaba sarf etmiştir. Yazımız da Albert Pike anlatmak istememizin yegane temeli en ufak bir gerçeklik payı dahi olsa bilgi sahibi olunarak, araştırarak ve düşünerek bugünü yorumlamaktır. İnsanlığın hırs ve çıkarları çerçevesinde ne tür ortaklıklar yapacağı, ne tür planlar içine girdiği/girebileceği ortada iken körü körüne hiçbir şeye bağlanmayınız. Sadece kendi fikir, düşünüş ve inançlarınızın oluşması dileklerimizle.


Kaynakça
https://tr.wikipedia.org/wiki/Albert_Pike 
https://eksisozluk.com/albert-pike--848334
https://masonlar.org/masonlar_forum/index.php?topic=20728.0
https://www.gizlibilgiler.org/albert-pike